Oturum Aç

T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü

ORDU GİRESUN HAVALİMANI

red Logo
444 34 64

Şehir Tarihçesi

Yazı Boyutu
A



ORDU’ NUN TARİHÇESİ

Ordu ili topraklarında bilinen ilk yerleşmelerin tarihçesi M.Ö.  VII.  Yüzyıl’a kadar gitmektedir.

İl merkezinde bilinen ilk yerleşme yeri, Kirazlimanı Mezarlığı yanındaki Bozukkale (Kotyora)dır. M.Ö. IV. Yüzyıl’da İran taraflarından savaştan dönerken Kotyora’ya uğrayan Yunalı komutan Ksenophon, burada yerleşik bir kavimle karşılaştıklarını ve 45 gün kaldıktan sonra yollarına devam ettiklerini belirtir. (Anabasis, MEB Y.1962)

Kotyora küçük bir koloni idi. Burası, M.Ö.  II. Yüzyıl’da Pontus Kralı  I.Farnak zamanında boşaltılarak halkı Giresun’a nakledilmiştir.

M.Ö. 675’lerden itibaren Ordu’nun içinde bulunduğu Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne sırayla, Kimmerler, Miletliler, Persler, Makedonyalı İskender ve komutanları hakim olmuştur. Bundan sonra yöreye, yaklaşık 3,5 asır yaşayan Pontus Devleti (M.Ö.280-M.S. 63) hakim olmuştur. Bu devleti Roma İmparatorluğu ortadan kaldırmıştır.

Kotyora’nın Grekçe’de Dağ Eteği anlamına geldiğini söyleyen bazı tarihçilerin aksine Prof. Dr. Necati DEMİR, Kotyora kelimesinin aslının Kut Yöresi olduğunu, burada Kut Türklerinin yaşadığını, bu ismin sonradan dönüştürüldüğünü iddia eder.

Aynı bilim adamı, makalelerinde Bolaman isminin de Pontpolemenyum’dan gelme değil, Balaban Türklerinden gelme bir kelime olduğuna yer vermektedir.

Ordu yöresinde yaşayan kaimlerden Halipler madencilikte ileri gitmiş olup, Ordu topraklarında demir madeni başta olmak üzere bazı madenleri işlemişlerdir.

Yunan tarihçisi Ksenophon (doğumu M.Ö.431)nun, Onbinlerin Dönüşü adlı eserine göre Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde (tabii Ordu topraklarında da) M.Ö. 400 yılında, Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halipler ve Tibarenler gibi Yunan asıllı olmayan kavimler yaşamaktaydı.

Fatsa merkezde bulunan tarihi Cıngırt Arkeolojik Yerleşmesi’nin , M.Ö. bu coğrafyada hüküm süren Pont Polemenyum krallarının cariyelerinin mesire yeri olduğuna dair kayıtlar mevcuttur.

Keza, Perşembe ilçesi sınırları içinde deniz kenarında bulunan ünlü Yason Burnu’nun çok eski zamanlara kadar insan yerleşmesine sahne olduğu bilinmektedir ki, dünyaca ünlü Argonot Efsanesinin geçtiği mekânlardan biri de bu yöredir.

İl Merkezine 13 km. uzaklıkta olan ve bu gün bir turizm merkezi haline getirilen tarihi Kurul Kaya Yerleşkesi’nin de tarihçesi 2.000 yıl öncesine kadar iner.

Gölköy kalesi de çok eskidir. Bu kale, Pers Kralı Dara(Daryüs) tarafından M. Ö.  V. Yüzyıl’da yaptırılmıştır.

Çambaşı Yaylası da, insanların çok eski tarihlerden beri yaşadığının izlerini taşımaktadır.

Burada, M.Ö. ki çağlarda yaşayan insanların madencilik yaptığına dair izlere bu gün bile rastlanmaktadır.

Ulubey Çubuklu, Mesudiye Meletios ve Ünye Kalesi gibi tarihi kaleler, 2.500 yıl öncelerinden kalmadır.

Bu gibi yerleşmelerin onlarcasının bulunduğu Ordu topraklarının ne kadar eski çağlardan beri insan yerleşmesine mekânlık yaptığı anlaşılmaktadır.

Türklerin Ordu’ya gelişlerine kadar (14. Yüzyıl) yörede, Roma ve daha sonra da Trabzon Rum Devleti  (1204-1461) hâkimiyet kurmuştur.

Türklerin Ordu’ya Yerleşmeleri

Türklerin (Oğuzların Çepni kolu) Ordu topraklarına ilk girdiği nokta, Aybastı Perşembe Yaylasıdır. 1105 tarihinde yaz aylarında burada Danişmendoğlu Beyi Emir Danişmend Gazi komutasındaki 6 bin kişilik bir ordu ile Trabzon Devleti’nin 70 bin kişilik büyük gücü arasında çok şiddetli bir savaş olmuştur.

Sayıca çok üstün olan düşman ordusu karşısında yiğitçe mücadele eden bu küçük Türk ordusu, büyük kayıplar vererek çekilmek zorunda kalmıştır. Yaralı olarak kurtulan Danişmend Gazi, Danişmendli Beyliğinin başkenti Niksar’a götürülmüş ve bir süre sonra vefat etmiştir. Türbesi Niksar’dadır.

Onun komutanlarından olduğu sanılan Emir Kümbet’in türbesi ise bu yaylada bulunan ve o savaşta şehit olan askerlerin bulunduğu mezarlıktadır.

Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız’ın araştırmalarına göre, Ordu Türkler tarafından ancak 14. Yüzyıl’ın sonlarında feth edilmiştir.

“…Önce Niksar’ın doğu taraflarındaki bölgede kurulmuş olan Hacı Emir Beyliği, faaliyetlerini 14. Yüz yıl sonlarında doğuya doğru geliştirmiş ve bu Türk beyliğinin en büyük beylerinden birisi olan Süleyman Bey,1396-97’de Giresun şehrini zapt etmiştir. Süleyman Bey’in bu fethiyle birlikte, bölgeye, Çepni, Döğer, Eymir, Karkın, Alan-Yutlu, Bayındır, İğdir gibi Oğuz boyları gelip yerleşmişlerdir. Bu boyların hatıraları bölgede hala yaşamaktadır. Bundan çok kısa bir süre sonra yine aynı Bey tarafından, Ordu toprakları feth edilmiştir.”

Adı geçen Beyliğin Ordu topraklarındaki başkenti, günümüzde Mesudiye’nin bir köyü olan Kaleyköy idi. Burada, Hacı Emiroğulları tarafından yapılan ve artık harabeye dönüşen bir kale ve kalenin yakınında da büyük bir tarihi mezarlık bulunmaktadır.  Bu mezarlıktaki üç adet kümbetin Hacı Emir Beylerine ait olduğu sanılmaktadır.

1270’li yıllarda buralarda yaşayan Hacı Emiroğlu Beyliği, ancak 130 gibi yıl çok uzun bir zaman sonra, Ordu merkeze 4 km. uzaklıkta Ulubey yolu üzerinde bulunan Eskipazar’a gelmişler ve burayı şenlendirmişlerdir.

Eskipazar’ın, küçük bir kasaba merkezi olarak Hacı Emir Beyliği tarafından kurulduğu bilinmektedir.

Burada bulunan iki hamam ve bir cami ile tarihi mezarlık, tamamı ile Türklere aittir.

Bir zamanlar burada hareketli bir Pazar kurulduğu “Eskipazar” denmesinden de anlaşılmaktadır.

19. Yüzyıl’da burada yörenin toprak ağaları arasında müthiş kan davaları meydana gelmiş, bunun üzerine Osmanlı Payitahtı tarafından Samsun’da bulunan Askeri birliğin komutanı Osman Paşa, yörede asayişi sağlamakla görevlendirilmiştir. Yöreye gelen bu komutan, kısa zamanda toprak ağalarını en şiddetli biçimde cezalandırmış ve toplumsal huzuru sağlamıştır.

Ancak, bir nevi derebeyi olan bu büyük sülalelerin kanlı çatışmalarından gına getiren Eskipazar ve civarında yaşayan halk kitleleri, bölgeyi terk etmiş ve bir zaman sonra, burası tamamen boş kalmıştır.

Ordu Adı Nereden Gelmektedir?

Ordu ismi, Türklerin bu bölgeye geldikleri tarihten itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Bazılarının iddia ettikleri gibi, Fatih Trabzon’u feth etmek için geçtiği yöremizde ordusu ile konakladığı için bu ad verilmemiştir. Zira Fatih, Erzurum üzerinden Trabzon’a gelmiştir.

Yine, asayişi sağlamak için Samsun’dan gelen Osman Paşa’nın askeri birliğine dayandırılan rivayet de tümüyle yanlıştır.

Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı ünlü eserinde Ordu isminin manası, şehir, saray, başşehir, sahil şehri olarak geçer.

Bu duruma göre, Hacı Emir Beyi İbrahim’in oğlu Bayram Bey tarafından kurulan Eskipazar’ın o günkü adı şöyledir:

“Bölük-i Niyabet-i Ordu bi, ism-i Alevi” dir.

Hemen belirtmek gerekir ki, buradaki alevi, bu günkü manasında kullanılmıyor, bir cemaat, bir sülale anlamında kullanılıyordu.

Keza, Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı çok tanınmış olan “Divan-ı Lügat’it-Türk” adlı büyük eserde, Ordu, bir yere yerleşmek, Hakan’ın yurdu, ordulanmak gibi anlamlara gelmekteydi.

15. asır başında Eskipazar’da bu adla kurulan Ordu kazası, günümüzde de aynı adını korumaktadır.

Resmi kayıtlarda Eskipazar yerleşmesinin adı, Bayramlı, Bayramlu mea İskefsir ve Milas, Behram Şah, Behramlı, Eyalet-i Behram, Ordu Bayramlu Eyaleti şeklinde geçmektedir.

Ordu’nun hemen batısında, Hacı Emir Beyliği ile aynı çağda hüküm süren Taceddin oğulları Beyliği’nin de başkentinin adı da Ordu idi.

Osmanlılar Döneminde Ordu Yöresi

Yıldırım Beyazıd zamanında Osmanlı topraklarına dahil edilen ordu yöresi ile ilgili en doğru bilgiler, Osmanlı resmi kayıtlarında geçer.(Kimi tarihçiler bu tarihi 1427 olarak kabul ederler.)

1455 tarihli Osmanlı Tapu Tahrir Defterleri’nde Ordu hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır.

Trabzon’dan 65 yıl önce Türk bölgesi haline gelen Ordu’da Türk olmayan (Rum ve Ermeni) etnik kökenlilerin oranı, Türk nüfusa göre çok düşük olarak belirtilmiştir.

Gayri Türk olanların en yüksek olduğu 17. asır başlarında bile Türklere oranı sadece % 7,9’dur.

15. asrın ilk yarısında Ordu topraklarında 6.651 Müslüman Türk ve 526 Türk olmayan hane bulunmaktaydı. Rum ve Ermeni olan bu insanlar, Hıristiyanlık dinine mensuptular. Ki bunlardan 326 hane, Selçuklulardan beri Milas (Mesudiye) Hapsamana (Gölköy) topraklarında yaşamaktaydılar.

Bu gün bile birçok yer ve eser ismi Türkçe olup, o günlerden kalmadır. Bir örnek olarak Ulubey kazasını verebiliriz. Ulubey,14. asırda bu günkü Kardeşler (Sevdeş) köyünü kuran ve yerleşen ve burayı bir nahiye merkezi haline getiren Sevdeş beyin unvanıdır.

Ulubey’de hiçbir köy ismi Türkçe’den başka bir dilde değildir. Bahaeddin, Durak, Uzunmahmut, Eymür, Şuayp, Sayaca, Kadıncık (Hatuncuk),Ören, Hocaoğlu, Kızılen, Ohtamış ve daha onlarcası. Ordu ilinin neresine gidilirse gidilsin, Türkçe olmayan yer isimlerinin sayısı, iki elin parmağını geçmez.

          

Tapu Tahrir kayıtlarından, Ordu yöresinin Selçuklu dönemindeki idari teşkilatının pek değiştirilmediği anlaşılmaktadır.

Bölgenin yönetimi, Tımar beylerinin elindeydi.

16.asırda bölgenin en önemli ve hareketli merkezinin Gölköy Kalesi olduğu bilinmektedir.

O çağlardan 18. Yüzyıl sonlarına kadar Ordu bölgesinde şehircilik hemen hemen hiç yoktur. Hacı Emir beyliği tarafından kurulan Eskipazar (Bayramlu),bir süre sonra bu hareketliliğini yitirmiştir. 1455’lerde Eskipazar’da 19 hanelik Cemaat-i Muhtelife denilen iş sahipleri ve zanaatkârlar bulunuyordu. Ayrıca kadimlik yurtlarında yaşayan ve vergi vermeyen 47 aile mevcuttur.

Halkın hemen hemen tamamı çiftçilikle geçiniyordu. Bir örnek olması kabilinden söyleyelim ki,1520’den itibaren yöredeki vergi mükellefi çiftçi oranı % 96 civarındaydı.

Daha çok arpa, buğday, mısır, kendir üretilmekteydi.

Tam Çiftliğe sahip olanların sayısı 1613’de 14 idi. 1485 Tarihli Tapu Tahrir kayıtlarında Ordu bölgesinin adı “Vilayet-i Bayramlu me’a İskefsir ve Milas” tır.

İskefsir, şimdi Tokat’ın bir ilçesi olan Reşadiye, o zamanlar Ordu’ya bağlıdır. Milas ise bu günkü Mesudiye’dir.

Bulancak da o zamanlarda Kebsil adıyla Ordu’ya bağlı idi.

Bölge, 22 adet idari birime ayrılmıştır. Bu birimlerden biri nahiye, dördü niyabet, ikisi nahiye-i niyabet, sekizi bölük, ikisi bölük-i geriş, ikisi niyabet-i geriş ve birisi de divandır.

16. asırda Ordu, bütün Canik’in idare merkeziydi.

1520’de, bölgenin tamamı, Kaza-i Canik-i Bayramlu adıyla birleştirilmiş ve İskefsir, Bayramlu (Ordu), Bazarsuyu(Bulancak) olarak üç kazaya ayrılmıştı.

1548 yılında Ordu, Karahisar-ı Şarki (Giresun’un şimdiki ilçesi Şebinkarahisar) sancağına bağlıdır.

Türkler, Anadolu’nun hemen her yöresinde olduğu gibi bizim bölgede de oba, oymak, boy gibi sosyal gruplara ayrılmıştı.

Ordu Oğuzların bir kolu olan Çepni Türklerinin yerleştiği bölgedir. Yerleşmeler vadi boylarında gerçekleşmiştir.

Bolaman Vadisi boyunca, Çamaş, Bolaman, Niyabet-i Satılmış (Aybastı) gibi ilçe ile köy arasındaki yerleşmeler ve köyler kurulmuştur.

Melet Vadisi boyunca ise, iç kesimlerde Milas (Mesudiye), Alibeğce (Kabadüz), deniz kenarında Nefs-i Alevi Ordu, Bucak, İhtiyar, Şayiblü, Bedirlü, Ulubey ve bunlara bağlı köyler ve mezralar kurulmuştur.

Bugünkü Ordu’nun Kuruluşu

Kirazlimanı mevkii, şimdiki Ordu şehri kurulmadan önce, şenlikli bir yerleşmeydi. Rivayetlere göre, buraya ilk önce yerleşenler gemiciler olmuştur. Zaman zaman buraya gelen gemiciler, yöreyi çok beğenmeleri veya başka bilinmeyen sebeplerle burayı iskân alanı haline getirmişlerdir.

Nitekim Ordu’nun ilk mescidi olan Abdullah Reis Mescidi 1782 yılında burada inşa edilmiştir. Ancak, mutlaka korunması gereken bu eser, maalesef yıkılmıştır. Şimdi orada, Otel Belde faaliyet göstermektedir.

 

Kirazlimanı o kadar önemlidir ki, 1883 yangını ile Ordu şehri neredeyse tamamen yanmış, bunun üzerine uzmanlar, Kirazlimanı’nın kent merkezi yapılmasını önermişlerdir.

Nitekim Kirazlimanı günümüzde de önemini ve güzelliğini korumaktadır.

Eskipazar’ın önemini yitirmesinden sonra, bugünkü Bucak mahallesi giderek şenlenmeye ve kalabalıklaşmaya başlamıştır. (19. asrın başları.)

Zaten Bucak, aynı adla yüz yıllardan beri bir köy yerleşmesiydi.

Nefs-i Bucak adıyla neredeyse bir kaza merkezi haline gelen Bucak’ın mahalleleri şunlardır:

Selimiye, Aziziye, Saray, Kirazlimanı, Taşbaşı ve Düz Mahalle.

Bucak adı 1869 yılında değiştirilmiş ve Ordu adı resmi kayıtlarda kullanılmaya başlamıştır.

Bu tarihlerde artık Ordu küçük bir kaza merkezidir.

1869 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. Trabzon Mutasarrıflığı’nın yazısına göre, Bucak (Ordu) Belediyesinin ilk başkanı Hasan Ağa’dır.

O zamanlar, Ordu’nun üç nahiyesi vardı. Bunlar, Perşembe, Aybastı ve Ulubey me’a Hapsamana’dır. Hapsamana, şimdiki Gölköy’dür. Ancak, bir süre sonra Ulubey ve Gölköy müstakil nahiyeler şeklinde ayrılmıştır.

1872’de Ordu kazasındaki binalar şöyle tespit edilmiştir:

Hükümet binası, Gümrük binası, Karantina binası, Telgrafhane,15 çeşme,2 şadırvan,1 medrese,5 İslam mektebi,1 mekteb-i rüştiye (ortaokul),3 cami,28 han odası,1 hamam,17 fırın,158 mağaza,273 dükkân,1 tabya (topların mevzilendiği yer),1 fener ve 854 hane.

1872’de Ordu’ya Ziraat Bankası’nın ilk adı olan Memleket Sandığı kurulmuştur.

Ordu Kazasının İl Oluşu

1920 tarihinde Ordu kazasının 6 nahiyesi,318 köyü ve 180 bin nüfusu vardı. Yani Trabzon vilayetinin en gelişmiş kaza merkeziydi.

Ordu’nun il olması için, T.B.M.M. nde büyük mücadele verilmiştir. Mücadele veren bu üç önemli şahıs şunlardır:

Mesudiye mebusu Serdaroğlu Mustafa Bey, Tunalı Hilmi ve Şebinkarahisar mebusu Memduh beydir.

Bir kısım mebus (ki bunlardan biri de ünlü din alimi Konya Mebusu Vehbi beydir) Ordu’yu Giresun’a bağlamak için epey gayret göstermişlerdir.

4 Aralık 1920 tarihinde "Müstakil Sancak" yapıldı. Bu karar 69 Sayılı yasayla 4 Nisan 1921 tarihinde yürürlüğe girerek il statüsüne kavuşmuştur.

Büyük Ordu Yangını

Katırcıoğlu Mustağa Ağa’nın Belediye Başkanı olduğu 1883 senesinde Ordu’da büyük bir yangın olayı yaşanmıştır.

Aylardan temmuzdur. Yaz ayı olduğu için, fırınlarda sık olarak kadayıf dökümü yapılmaktadır. Pavli adlı bir Rum da geceleri kadayıf dökmekteydi. O temmuz gecesinde Pavli yine böyle kadayıf dökerken, kıvılcımlar birden bire fırının çatısını tutuşturur. Derken, yangın başka binalara da sıçrar. Gece başlayan yangın söndürülemez. Çünkü Belediye’nin itfaiye teşkilatı yoktur. Üstelik yapıların çok büyük kısmı, hartama çatılı ve ahşap malzemelidir. O gece başlayan talihsiz yangın, ertesi günü öğleye kadar devam etmiş, ne kadar ahşap bina varsa hepsi yanıp kül olmuştur.

Yalnız, Orta ve Yalı Camileri yanmamıştır. Çünkü bunların etrafı boş olduğundan yangın buralara sirayet edememiştir.

Ayrıca, Şadırvan civarında bulunan birçok yapı, Rum ve Ermenilerin olup taştandır. O nedenle yangında kısmen zarar görmüştür.

Osmanpaşa Şadırvanı da taş olduğundan yangından etkilenmemiştir.

Çarşı merkezi, hemen hemen tümüyle yanmıştı. Adeta Ordu şehri yok olmuştu.

Şehri yeniden kurmak gerekmekteydi. Bunun için Belediye Başkanı Mustafa Ağa, çok büyük güçlüklerle karşı karşıya kalmıştı.

Ardından Belediye Başkanı olan Felekzade Süleyman Ağa, şehri bütün baskılara rağmen yeniden inşa etmek için, büyük gayret gösterir. Caddelerin genişletilmesine karşı çıkanlara karşı amansız bir mücadele verir.

Bu günkü Ordu’nun planı, işte Süleyman Ağa’nın eseridir.

Burada şunları ifade etmek gerekir;

Eğer o günkü Ordu, böyle bir yangın geçirmeseydi ve ahşap da olsa zamanın binaları korunsaydı, şimdiki Ordu hem otantik kalacak, hem de turizm için büyük bir şans olacaktı.

1875’lerden itibaren Ordu şehrinde sıtma hastalığı tüm Orduluların korkulu rüyası haline gelmişti. Birçok insan, bu nedenle hayatını yitirmekteydi. Bunun üzerine, Kaza erkânı ve zenginler, yaz aylarında Çambaşı Yaylası’na çıkmaya ve eylül-ekim aylarında da şehre dönmeye başlamışlardı.

Yaylaya bir kaymakamlık binası yapılmıştı. Bir zaman evvelce bir yangın sonucu bu buna da yok olmuştur.

Bir başka önemli hadise ise şöyledir:

Şair Tıflı Efendi, yaylada Şu’un-i Dâhiliye (İç Haberler) adıyla el yazma bir gazete çıkarmıştır. Bunun ne kadar sürdüğü bilinmediği gibi, bu el yazma gazeteden günümüze maalesef bir tek nüsha bile kalmamıştır.

Çambaşı Yaylası, dünyada ilk ve tek gazete çıkarılması ve kaza merkezi olması bakımından tektir.

1939 senesinde meydana gelen Erzincan depremi de Ordu’yu ikinci kez büyük yıkıma uğratmıştır.

GİRESUN’ UN TARİHÇESİ

Giresun, Anadolu'nun kuzeydoğusunda, yeşille mavinin kucaklaştığı Karadeniz'in inci kentlerinden birisidir. Şehir, denize doğru uzanan yarımadanın üzerinde yer almaktadır. 6934 kilometrekarelik yüzölçümü ile ülkenin binde 8,5'ini kaplar. Şehrin kuruluş tarihi M.Ö'den önce 350 yıllarına dayandıran kaynaklar vardır. Yine bu bölgede Türklerin MÖ. 2000 yıllarından beri yaşadığı bilinmektedir.

Doğu Karadeniz ve Giresun'la ilgili Yunan coğrafyacı ve seyyahların verdiği bilgilerle beraber eski Anadolu tarihi araştırmalarında, şehir ve kasaba tarihlerinde, dil incelemeleri sonucunda M.Ö.2000'li yıllardan günümüze bu bölgedeki Türk varlığı inkar edilemez bir gerçektir.

Bölgenin ilk ahalisi eski Anadolu kavimleridir. Sonraki çağlarda Orta Asya göçleri sırasında gelen Talip'ler, Tiberen'ler, Mosinekler gibi Türk oymaklarının bu bölgede yerleştikleri söylenir. Sonradan Miletos'lular Çıtlakkale yakınlarında Kerasus şehrini kurdular (MÖ.D.C.Y.Y) Şehir adını çevrede yetişen yaban kirazından (ceresia) alır.

MÖ.183 'te Pontos Kralı Pharnakes I şehri zapteder. Savaşlar sırasında harabolan kentin yerine 2 km. doğudaki yanmada üzerinde yenisi kurulur ve Pharnakeia adını alır. Pontos Kralı Mitridates, Romah Lukullus'a yenilince Pharnakeia, Romalıların eline geçer.(M.Ö.172).

Daha sonra Roma ile Pontos arasında birkaç defa el değiştiren kentin adı, Roma hakimiyeti sırasında Kerasus olur. İmparatorluğun ikiye bölünmesi üzerine Doğu Roma İmparatorluğuna bağlanır.(M.S.395). Fatih Sultan Mehmet'in 1461 "e Trabzon' u fethi ile Kerasus, Osmanlılar'a geçer ve adı Giresun olur.
Osmanlı yönetiminde Tanzimat'a kadar Trabzon'un bir ilçesi olan Giresun, daha sonra Şebinkarahisar'a ve tekrar Trabzon'a bağlanır. Bir süre müstakil (1920)mutasarrıflık olduktan sonra da İl Merkezi ilan edilir(1923).

TÜRK FETHİ ÖNCESİ GİRESUN

M.Ö.7.Y.Y.'da Kimmerler ve Sakaiar'ın (Sakaların)  Karadeniz'e göç etmesi ile Oğuz unsurları da bu bölgeye yerleşmiştir. Bu bölgede de bu Oğuz boylarından Yazır, Döğer, Avşar, Karkın, Halaç'ların; Akhun, Kuşan, Peçenek, Hazar, Hun, Kıpçak Türk'lerinin yerleşimi mevcuttur.
Yunan yazar ve filozof Ksenophon (MÖ.427-335) Anabasis adlı eseriyle Miletoslular devrine biraz olsun ışık tutmaktadır.

Akdeniz ve Marmara kıyılarında bir çok koloniler kuran Miletoslular 'in M.Ö.VIII. yüzyılda Sinope (Sinop)a yerleştikten sonra Amisos (Samsun), Kotyora (Ordu), Kerasus (Giresun) ve Trapezus (Trabzon) kentlerini kurdukları veya geliştirdikleri kabul edilmektedir.

Kerasus'un, bugünkü Giresun şehrinin 2km.batısında, Çıtlakkale mahallesinin yerinde kurulduğu ve adının o zamanlar çevrede çok sayıda bulunan kiraz ağacını ifade eden Keresea 'dan geldiği genellikle benimsenmektedir. Giresun adının boynuz anlamına gelen 'Keras' kelimesinden geldiğini iddia eden tarih araştırmacılarına da rastlanmaktadır. Bu görüşte olanlar, Kale'nin doğu ve batı yakasına düşen iki koyun boynuzu andırması gerekçesine dayandırmaktadırlar.

MÖ.183 yılında Sinope'un, Kral 1. Pharnakes tarafından alınması üzerine başşehir buraya taşındı ve Sinope'a bağlı koloniler, bu arada Kerasus Pontos Devleti'nin eline geçti.Yapılan savaşlar sırasında Kerasus harap olduğundan bunun 2km. doğusundaki yarımada üstünde bugünkü şehir kuruldu ve adına Pharnakeia (Farnakya )denildi.

Kimmerlerden sonra bölgede hüküm süren İskitler, Doğu Anadolu'da Med hakimiyetine son verip Küçük Asya'ya yayıldılar. Giresun Adası'nda yaşadığı ileri sürülen Amazonlar 'ın menşei İskitler'e dayandırılmış, Trabzon'lu Minas Bıjiskyan ise Amazonların cesur, savaşçı kadınlar olduğundan, eski tarihçiler Terme'de bağımsız devlet kurarak Karadeniz'e hakim olduklarından, Heredot'ta Amazonların İskit 'li gençlerle kaynaşmasından bahsetmiştir.

Giresun Türk'lerden önceki dönemlerde Miletoslu'lar, Pontuslu'lar, Romalılar ardından Bizanslılar'ın denetimine girmiştir. 1204 yılında Haçlılar; Bizans'ın başkenti İstanbul'u ele geçirince İmparator Kommenos'un çocukları Trabzon'u alıp burada Trabzon Rum İmparatorluğunu kurmuşlardır. Giresun da bu devletin sınırlan içersinde yer almıştır.Anadolu Selçuklu Devletine vergi vermeyi kabul eden ve 1244'de Moğolların egemenliği altına giren Trabzon Rum Devleti Türklerin bir eyaleti haline gelmiştir.

GİRESUN'DA TÜRK VARLIĞI VE BÖLGENİN TÜRK HAKİMİYETİNE GİRMESİ

Trabzon'a bağlı bulunan Giresun ve çevresi de Moğol nüfusu altına girmiştir. İşte bu sırada, Oğuzların Üçok koluna mensup boylardan bîri olan Çepniler; Ordu, Giresun ve Trabzon illeri sınırlarına yerleşmeye başlamışlardır.

Giresun'un Türkleşmesi Anadolu Selçuklu Beylikleri döneminde daha da artarak devam etmiştir. Türkmenler, Sinop ve Samsun bölgesine hakim olduktan sonra 1297'de Ünye yöresini ele geçiren Çepniler, Trabzon'a kadar akınlarda bulunmuşlardır. İbn-Bibi, EI Evamir Ul-Alaiyye adlı eserinde Türkmenlerin Çepni boyundan önemli bir kümenin 1277 yılında Sinop yöresinde yaşadığını yazmaktadır. İbn Bibi'ye göre yine 1277'de Çepni Türkleri Sinop Şehrine denizden hücum eden Trabzon Rum İmparatorunu yenilgiye uğratmış, bu tarihten itibaren Canik (Canit) denilen Samsun'un doğusundan Giresun yöresine kadar uzanan sık ormanlık bölgeye giderek orayı yavaş yavaş fethetmişlerdir. İşte,Giresun'un Türkleşmesini gerçekleştiren Hacı Emir ve Oğullarının Türkmenler'in bu Çepni boyundan geldiği kesinlik kazanmıştır.

XIV. yüzyılın başlarında Çepni Türkmenlerinin akınları sırasında kalenin zaptedildiği tahmin edilmektedir. Nitekim tarihçi Panaretos'un kısa yıllığına göre 1301 'de İmparator II. Alezios, Kerasus'a "Koustougans" adlı Türkmen beyini yenilgiye uğratmış, surları yeniden yaptırıp kaleyi tahkim etmiştir. Panaretos'un zikrettiği bu Türkmen beyinin Küçük Ağa veya Küçdoğan olduğu belirtilmektedir. Bu Beyin bölgede etkili olan Bayram Beyle irtibatı hakkında herhangi bir bilgi yoktur.

Bayram Bey Ordu ve çevresini kontrol altına alan Çepni Türkmenlerinin Beyidir. XV. - XVII. yüzyıllar arasında ve daha da sonraları Bayram Beyin Oğlu Hacı Emir Beyin döneminde Ordu Bölgesine Bayramlu Beyliği deniliyordu. Bayram Bey aynı zamanda Ordu bölgesi ile Giresun bölgesinin bîr kısmının fatihi ve adı geçen bölgelerde kurulmuş olan Hacı Emirli Beyliğinin kurucusu idi.

Tarihçi Panaretos'un Chronique De Trebisonde adlı tarih günlüğünde Hacı Emir'in 1358'de Trabzon'un güneyinde ki Maçka yöresine geldiği daha sonra sonra ülkesine döndüğü ve ayrıca 1361'de Giresun'a bir hücumda bulunduğu da kaydedilmektedir.

Hacı Emir 1364'te hastalanınca beyliğin yönetimine oğlu Süleyman geçti. Daha sonra iyileşip yönetimi yeniden ele almak istediyse de, oğlu Süleyman buna karşı çıktı. Baba ile oğul arasındaki bu iktidar mücadelesinden yararlanmak isteyen Canik Beyi Tacüddin Caniti Hacı Emir'in topraklarına saldırınca, Hacı Emir'in oğlu Süleyman Bey dönemin etkin kişilerinden Sivas ve Kayseri Hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed'in yardımına sığındı. İkisi arasında arabuluculuk yapmayı kabul eden Kadı Burhaneddin, Tacüddin'e elçi ve mektuplar göndererek ilişkilerin düzelmesine çalıştı. Tacüddin Caniti Kadı Burhaneddin'in elçisi Şeyh Yar Ali'ye, Süleyman Bey'e dokunmayacağına söz verdiyse de elçi daha Sivas'a dönmeden Süleyman Bey'in ülkesine yeniden saldırdı. Çatışma sırasında Tacüddin Süleyman Bey'e yenilip öldürülünce, Niksar yöresi Kadı Burhaneddin'in egemenliği altına girdi. Süleyman Bey de Kadı Burhaneddin'e bağlanıp, içişlerinde bağımsız olarak yönetimini sürdürdü.

Beylik içi birliği sağlayan Süleyman Bey 1397'de Giresun şehrini ele geçirdi ve böylece Giresun ve çevresinin Türkleşmesi süreci noktalanmış oldu. Bilindiği gibi Trabzon Şehri de 1461'de Fatih Sultan Mehmet taralından fethedilmek suretiyle, Kuzey Karadeniz Bölgesinde ikiyüz elli yıldan fazla egemen olan Rum İmparatorluğuna son verilmiştir.

Giresun'un Türkleşmesi yanlış bir kanaat olarak Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethiyle beraber gösterilmiştir. Giresun'un Osmanlı Devletine bu devirde katıldığı doğrudur. Oysa Giresun'un Türkleşmesi 1397'de Bayramlu Çepni Türkmen Beyi Emir Süleyman Bey'in Giresun'u fethetmesiyle gerçekleşmiştir.

OSMANLILAR DÖNEMİ

 Giresun’un bir Türk-İslam şehri haline gelişi, XV.Yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır. Bunda bölgede idarecilik yapmakta olan Yavuz Sultan Selim’in önemli rolü olmuştur.

Osmanlı idaresi altında Giresun bir liman şehri olarak gelişme göstermiştir. Bu dönem boyunca zaman zaman, bazı önemli olaylarla karşı karşıya kalınmış, XVI. Yüzyılın sonlarına doğru görülen eşkıyalık hareketleri Giresun ve yöresini de etkisi altına almıştır. Daha bu yüzyılın başlarında Giresun’un Çepnilerle meskûn dağ köylerinin bir kısım halkı Safevî propagandasının tesiriyle İran’a kaçmıştır. Yüzyılın son çeyreğinde ise Pazarsuyu kazasında toplanan 30 kadar medreseli etrafta eşkiyalıkta bulunarak Giresun’da pek çok yeri basıp yağmalamışlar ve bunlar has voyvodası Zünnûn’un yöreden topladığı il erleri vasıtasıyla 1574 yazında bertaraf edilmişlerdir.

1586 ve 1587’de Giresun’da muhafız olarak bulunan yeniçeriler bazı karışıklıklar çıkarmışlardır. 1594’de bu eşkıyalık hareketleri had safhaya ulaşmış, yöreden 200 hâne “terk-i vatan “ etmiştir. XVII.Yüzyılın başlarındaki bu tür sıkıntılar ve Celâlî gruplarının faaliyetleri halkın merkeze başvurmasına yol açmıştır. Ordu bölgesinden Hacı Şamlu Giresun Kalesini kuşatmış, bu tehlike Seyyid Mehmet Paşa’nın gayretleriyle atlatılmıştır.

1634’te Kazakların Giresun yöresini yağmaladığı bazı kaynaklarda geçmektedir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kazakların kayıklarını Giresun’un karşısındaki adaya sakladıklarını ve daha sonra saldırdıklarını belirtmiştir. 1683’teki Viyana seferi için 300 er gönderen Giresun, XVIII.yüzyılın ikinci yarısına doğru bölgede etkili olan âyânın mücadelesine sahne olmuştur. 1756’da Canik muhassılı olan Süleyman Paşa ve kardeşi Ali Bey 12000 kişilik bir kuvvetle şehri basıp yağmalamışlar, yakıp yıkmışlar ve malları gemilerle Samsun’a taşımışlardır. Söz konusu tahribatın izleri kolay silinememiştir. 1789’da başlayan savaş dolayısıyla Soğucak ve Anapa taraflarına gitmekle görevlendirilen bölge âyânı arasında Giresun yöresindekilerin de olduğu söylenmektedir. Bu dönemde şehirde Dizdar Lâçinoğlu Hacı Mustafa nüfuz tesis etmiştir. XIX.yüzyılın ilk çeyreğindeki Tuzcuoğulları isyanı Giresun’un da içinde bulunduğu bölgeyi etkilemiş, bunlara katılan Lâçinoğulları 1816’da Giresun’a tam olarak hakim olmuşlardır. II. Mahmud’un gönderdiği iki fırkateyn ile bir korvet Giresun önlerine gelerek yeniden kontrolü sağlamıştır.

Giresun Osmanlılar döneminde gelişmiş ve Karadeniz’in önemli limanlarından biri haline gelmiştir. Bunda Giresun’u İç Anadolu’ya bağlayan yolların ve bu yüzden genişleyen hinterlandının önemli rolü olmuştur.

Osmanlı yönetimindeki Giresun’a ışık tutması bakımından; Evliya Çelebi’nin (1611-1682) Seyahatnamesinde Giresun hakkındaki izlenimleri şöyledir:

İstanbul Kostantini’nin yapısıdır. Sonra Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın eline geçmiş ise de, yine Ceneviz Frengi istilâ etmiştir. Sonra Fatih zamanında muhâsip Mahmut Paşa eliyle zapt olunmuştur. Fatih, kale fethedilirken Mahmut Paşa’ya “Bu gece kale altına Giresun!” diye ferman edince kaleye metrise girip fethettiğinden adına “Giiresun”denilmiştir. 17. iklim enlemindedir. Trabzon eyaletinin sınırını başladığı yer de Paşa hasıdır. Hâkimi müslümandır. Üç yüz payesiyle mükellef kazadır. Yeniçeri ocağından Serdarı, Kale Ağası, Neferleri, Gümrük Emini, Müftüsü, Nâkibi vardır. Deniz kıyısında Canik ile Trabzon arasındadır. Trabzon Giresun’un doğusuna düşer. Burası Ceneviz Frenginin elinde iken mâmur ve büyük bir şehir imiş. Hala o zaman yapılarının eserleri görünür. Fakat Giresun şimdi o kadar büyük şehir değildir. Çarşı içinde camileri, mescitleri, han, hamam ,çarşı ve pazarları vardır. Kalesi deniz kıyısındadır. Bağ ve bahçelerinde meyveleri çoktur. Liman âlâ demir tutar yataktır. Fakat batı rüzgarında biraz sıkıntılı olur. Limanın batı tarafında bir küçük adası vardır. Nice kereler Kazaklar o adanın arkasına şaykalarını saklayıp karadan asker dökerek bu şehirden bol para almışlar, şehri ateşe yakmışlardır. Çünkü kalesi şehri koruyamaz. Bu şehir Trabzon eyaletine tâbi olmakla Ömer Paşa askerinden nice denizden bıkarak kara yoluyla giderler.

Giresun Osmanlı idaresine girdiğinde bir kaza merkezi olmuştur, 1486’da Trabzon Sancağına bağlı Zeamet-i Kürtün adlı idari bölgenin merkezi durumundadır. 1515’te Kürtün kazasına bağlı Çepni Vilayeti tabirine rastlanmakta olup, Giresun bu Vilayetin merkezi durumundadır. Çepni Vilayeti tabiri XVI. yüzyıl sonlarına kadar sürmüş ve onun yerini Giresun kazası almıştır.

Giresun kazası bu idari durumu uzun süre devam ettirmiştir. Tanzimat döneminde Trabzon’a bağlanan şehir, Trabzon eyaleti kurulunca, Trabzon Merkez livasına tabi olmuştur (1847). 1850’de kazanın adı “Giresun Ma’Keşap “olarak kaydedilmiştir. 1855’te Ordu livasına, 1856’da yeniden Trabzon livasına, 1857’de tekrar Ordu livasına bağlanmıştır. 1866 tarihli Devlet Salnamesinde Trabzon Sancağının kazası olmuştur. 1875’ten 1878’e kadar Karahisar-i Şarki Sancağına bağlanan Giresun Kazası 1879’da tekrar Trabzon Sancağına dahil edilmiştir. 1891’de Giresun’un üç nahiyesi, 140 köy ve 14 mahallesi bulunmaktadır. Giresun 1923’te il olmuştur.

 Giresun’da Kuva-i Milliyeciler ve Önderi Topal Osman Ağa

 Anadolu’da yaşayan her Türk insanının katıldığı İstiklal Savaşının Giresun için de önemli ve özel bir yeri ve kahramanlık yönü vardır. 19 Eylül 1924 Cuma günü Hamidiye Vapuruyla Giresun’u ziyaret eden Ulu Önder Atatürk “Afyonkarahisar’da, Dumlupınar’da sizin Uşaklar da vardı” cümlesiyle Giresun’u Milli Mücadele tarihine mal etmiştir. Giresun Uşağının Milli Mücadeledeki kahramanlıkları yalnız Afyonkarahisar’da değil, daha önceki yıllarda Kafkas Cephelerinde başlamıştı.

 Birinci Dünya Savaşında Ruslar karşısında Bayburt Hattı’nda dövüşen 37. fırkanın emrinde Giresunlulardan oluşan bir gönüllü birlik vardı. Başında Gazi (Topal) Osman Ağa’nın bulunduğu bu birlik kendinden sayıca ve malzemece çok üstün düşman kuvvetleri karşısında çetin savaşlar vermiş, Giresun’un Ruslar tarafından işgalini önlemiştir.

Osman Ağa Giresun’un Hacıhüseyin mahallesindeki köklü bir aile olan Feridunzâdelerdendir. Osman Ağa ticaretle uğraşırken 1912 yılında Balkan Savaşı başlamış, babası askerlik bedelini ödediği halde o gönüllü birlik oluşturarak savaşa katıldı. Başarılarından dolayı yarbaylık rütbesine kadar yükseldi. Bu savaşlarda sağ ayağından ağır bir şekilde yaralanmış, tedavisinden sonra ”Gazi” ünvanı alarak Giresun’a geri dönmüştür. I.Dünya Savaşına katılmış, Ruslar’a karşı Batum ve Harşıt’ta çarpışmıştır. Osman Ağa’nın gönüllü taburu Ruslar’ın Harşıt Çayı’nı geçmesine mani olmuş Tirebolu’nun işgalini önlemiştir.

I.Dünya Savaşı’ndaki bu birliğin adı Teşkilat-ı Mahsusa Alayı idi.

Mondros Mütarekesinden sonra Belediye Başkanı olan Osman Ağa burada dörtyüz yıl sulh içinde yaşayan Rum ve Ermeni’lerin, işgali çeteler kurarak çabuklaştırıcı çalışmalara başlamaları üzerine gönüllü birliği ile bu işgal çabalarının belini kırmıştır. Rum ve Ermeni işgalci çeteler Osmanlı Hükümeti nezdinde lobi oluşturarak Osman Ağa’yı tehcir işlerinden sorumlu göstermişler, yakalama emri çıkartmışlardır. Bu olay üzerine Osman Ağa Şebinkarahisar bölgesine yerleşmiştir.

8 Mayıs 1919 tarihinde Yunan Kızılhaç heyetini taşıyan bir Yunan Gemisi Giresun’a gelir. Heyet 11 Mayıs 1919 tarihinde Taşkışla’ya beyaz renkli Yunan Kızılhaç bayrağını, daha da ileri gidip 5 Haziran 1919 tarihinde Pontus bayrağını asar. Bunun üzerine Osman Ağa harekete geçer işgal bayraklarını indirip yerine Türk Bayrağını asar.

Aynı yıl Temmuz ayı içerisinde Osmanlı Hükümeti tarafından affedilen Osman Ağa; İzmir ilinin Yunanlılar tarafından işgali üzerine 17 Mayıs 1919 günü Giresun ‘da büyük bir miting düzenlemiş, işgalci devletleri ve göz yumanları protesto etmiştir.

Gazi Osman Ağa’nın Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ile ilk buluşması 29 Mayıs 1919 günü Havza’da gerçekleşmiştir. Bu buluşmadan sonra, sadece ondan aldığı emirlerden güç alarak daha rahat hareket etmeye başlamıştır.

Erzurum’da yapılacak kongre için Dr.Ali Naci DUYDUK ve İbrahim Hamdi Bey ‘i temsilci gönderen Osman Ağa, Giresun Askerlik Şubesi Başkanı Hüseyin Avni Alpaslan ve Jandarma Komutanı Hamdi Bey ile anlaşarak, Eylül 1920’de Giresun gençlerinden oluşan “Giresun Gönüllü Taburu” nu kurmuştur.

 Bu tabur ilk önce doğuda Ermeni saldırılarında görev almıştır. Osman Ağa 12 Kasım 1920’de Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ile tekrar buluşmuş, onu korumak için önce yanındaki on kişiyi, daha sonra da Giresun’dan topladığı 100 kişilik muhafız grubunu Ankara’ya göndermiştir. Atatürk’ün ilk muhafız birliği de bu şekilde kurulmuştur.

Milli şuurun oluşması ve harekete geçmesi için Giresun’da Gedikkaya isimli bir gazete çıkaran Osman Ağa’nın bu gayretli çalışmaları art niyetli kişilerce durdurulmak istenmiştir.

Giresun Müdafa-i Milliye Başkanı sıfatıyla Kasım 1920’de Ankara’ya gitmiş, gerekli emirleri aldıktan sonra 12 Ocak 1921 tarihinde 42. ve 47. Gönüllü Alayların kurulması çalışmalarına başlamıştır. Mart 1921’deki Koçgiri ayaklanması, Gazi (Topal) Osman Ağa komutasındaki 47. gönüllü alayın büyük katkıları ile bastırılmıştır.

Çorum, Merzifon, Tokat ve Samsun havalisinde Rum ve Ermeni çeteleri tamamen ortadan kaldıran Osman Ağa, komutasındaki Alayı ile birlikte Sakarya Savaşına katılmıştır. Bu arada 42.Alay, Tirebolu’lu Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasında bu savaşta büyük kahramanlıklar göstermiş, Taşlıtepe sırtlarını kanlarının son damlasına kadar korumuşlardır. Bu Alayın tamamını şehit veren Osman Ağa , Mangaltepe sırtlarında büyük bir mücadale ve kahramanlık göstermiştir.

Savaştan kısa bir süre sonra Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Beyin ölümünden sorumlu tutulmuş, 2 Nisan 1923’te çıkan bir çatışmada henüz 40 yaşında iken vefat etmiştir.

Gönüllü Alayı ile birlikte Ankara’ya vardığı zaman kendisini karşılayan milletvekillerine yaptığı konuşmada: ”Ben bu millet uğruna bacağımı kaybettim. Düşmanı denize dökünceye kadar, icabederse sedye üstünde muharebe edeceğime alayımla birlikte yemin ediyorum.” diyerek yüreğinde nasıl bir vatan sevgisi bulunduğunu açık bir şekilde göstermiştir.

Mezarı Giresun Kalesi’nde bulunmaktadır.

​ 

App img

DHMI Mobil Uygulaması

DHMI Mobil uygulamasını ÜCRETSİZ İndirin

  • HABERLER VE
    DUYURULAR
  • İHALE İLANLARI
  • DHMI TV
  • PROJELER
  • İLETİŞİM
  • ÇEK GÖNDER